Kutsal Kitap'ta Sünnet
- İŞTE! ARTIK BİLİYORUM
- 15 Ağu 2023
- 4 dakikada okunur
Sünnet'in Kökeni
Sünnet, eski çağlardan beri çeşitli toplumlarda görülmüş ve halen devam eden bir uygulamadır.
Sünnet'in Antik Yakın Doğu'da (Ör: Mısır, Mezopotamya) sosyal bir erişkinlik veya evlilik öncesi tören olarak geniş çapta uygulandığını biliyoruz. Bu uygulamada erkeklik çağına ulaşan kral ve sarayında görev yapan yani rahipler ve aile üyeleri olan delikanlılar sünnet edilirdi. Ortadoğu halklarından Mısırlılar, Samiler, İbraniler, Araplar, Moablılar, Amoriler, Edomlular, Babilliler, Asurlular, Kenanlılar ve Filistinliler'de bu uygulamalara rastlanmıştır.
Tarihi kaynaklara göre sünnetin ilk olarak İ.Ö 3.000 gibi erken bir tarihte uygulanmaya başlandığı ve muhtemelen ilk olarak Mezopotamya'da ortaya çıktığı bilinmektedir.

(Antik Mısır kaynaklarında görülen sünnet töreni kabartması: Vezir Ankhmahor ve eşi Mereruka'nın mezarında. Altıncı Hanedan, MÖ 2300)
Elbette ki, bu kültürlerin sünnet uygulamaları ile Yaratılış 17'de belirtilen ve Tanrı'nın Musa'ya verdiği yasası ile düzenlenen uygulama arasında önemli farklılıklar vardır. Mısır'da uygulanan sünnet biçiminde sünnet derisi yalnızca tepeden kesilirken, İbrani sünneti, sünnet derisinin tamamen çıkarılmasını içeriyordu. Yukarıda bahsettiğimiz gibi
Ortadoğu’daki diğer halkların sünnet uygulaması, sosyal bir erişkinlik töreniydi ve erkeklik çağına ulaşan delikanlılar sünnet edilirdi. Ve bulduğumuz en açık
kanıt, sünnetin kral ve sarayında görev yapanlar (yani rahipler ve aile üyeleri) için ayrılmış ve zorunlu bir tören olduğunu gösteriyor. Buradaki uygulamada sünnet, tanrılarının hizmetine adanmış olanlar için bir kabul işareti olarak görülüyor ve kraliyet ailesi ile din adamlarını tanrılarına ait olan ve kendilerini tanrılarının hizmetine adamış kişiler olarak tanımlıyordu. Oysa İsraillilerin sünnet uygulaması Tanrı’yla aralarındaki
antlaşmanın işaretidir ve ayırıcı özelliği bebeğin sekizinci günde sünnet edilmesidir. Sünnet sırasında dökülen kan, kişinin kendisini adama yolundaki bir özveri değil, Tanrı’nın kendisine çağırdığı kişilerden beklediği bir bedel ve antlaşmasının işaretidir.
Antlaşmaya dahil olanlar, bunu Tanrı’nın yasasına uyarak ortaya koyarlar. İbrahim, Tanrı’ya yaraşan bir yaşam sürmeli, O’nun yolunda yürümeli ve kusursuz olmalıydı (Yaratılış 17:1).
Eski Antlaşma'da Sünnet
Yaratılış 17'de İbrahim'e verilen sünnet, İbrahim ile Tanrı’nın yaptığı antlaşmanın bir işareti olarak karşımıza çıkmaktadır:
"Tanrı İbrahim'e, “Sen ve soyun kuşaklar boyu antlaşmama bağlı kalmalısınız” dedi, “Seninle ve soyunla yaptığım antlaşmanın koşulu şudur: Aranızdaki erkeklerin hepsi sünnet edilecek. Sünnet olmalısınız. Sünnet aramızdaki antlaşmanın belirtisi olacak. Evinizde doğmuş ya da soyunuzdan olmayan bir yabancıdan satın alınmış köleler dahil sekiz günlük her erkek çocuk sünnet edilecek. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürecek bu. Evinizde doğan ya da satın aldığınız her çocuk kesinlikle sünnet edilecek. Bedeninizdeki bu belirti sonsuza dek sürecek antlaşmamın simgesi olacak. Sünnet edilmemiş her erkek halkının arasından atılacak, çünkü antlaşmamı bozmuş demektir."
YARATILIŞ 17:9-14
İbrahim’in günlerinde Tanrı’nın İbrahim’le yaptığı antlaşmanın simgesi olarak kabul edilen ve uygulanmaya başlanan sünnetin, Mısır’daki dönemde de devam ettiğine ve İsraillilerin sünnet olduğuna kuşku yoktur. Sünnet Mısır’dan çıkıştan sonra, Fısıh’la birlikte Musa’nın Kutsal Yasa düzeninde yer almış ve ilerleyen yüzyıllarda devam etmiştir (Yer.9:25-26). İncil döneminde Yahudi olmanın temel niteliği sünnettir ve elçilerin günlerinde ciddi gerginliklere neden olmuştur (Elç.15:1,5; 21:21; Gal.5:2-3). Yahudiler sünneti Musa’yla o denli özdeşleştirmişlerdi ki, İbrahim’le temel bağlantısını unutmuşlardı. İsa Mesih, sünnetin Musa’dan önceki çağa dayandığını hatırlattı (Yu.7:22). Aynı şekilde, Elçi Pavlus, sünnetin Musa’yla bağlantısının Hristiyanlık için son derece uygunsuz olduğunu belirterek okurlarına sürekli İbrahim’in imanını anımsattı (Rom.4:11; Gal.3:6 vb.).
Yar.17’de kişisel (4-5 ayetleri), ulusal (6. ayet, ulusların ve kralların kökü) ve ruhsal vaatlerle birlikte (7. ayet, Tanrı’yla özel bir ilişki) İbrahim’le yapılan ilahi antlaşmanın temeli atılır. Bu antlaşmanın işareti sünnettir; hem Tanrı’nın insana verdiği vaatlerin ve gösterdiği lütfun, hem de insanın Tanrı’ya adanmışlığının, Rab’den başka Tanrısı olmayacağının göstergesidir. Kutsal Kitap’ta çoğu yerde ‘Tanrı’ya adanmak’ anlamında kullanılır (Yas.10:16; 30:6; Yer.4:4; 6:10; 9:25-26; Hez.44:7,9). Yşu.5:2’de, ulusun Tanrı’nın sözünü dinlemediği dönemde (Say.14:34), Sina Dağı’nda yapılan antlaşmanın askıya alındığı ve sünnetin uygulanmadığı görülür.
Musa, kendi zayıflığından söz ederken “Zaten iyi konuşan biri değilim” der. Bu deyişin İbranicesi, ‘sünnet edilmemiş dudaklardır’ (Çık.6:12,30; Yer.6:10). Bu yalnızca Tanrı’nın gücüyle düzelebilecek bir durumdur. İncil sünnetin, İbrahim için imanla aklanmanın kanıtı olduğunu belirtir (Rom.4:11). Dolayısıyla, sünnet Tanrı’nın kendi lütfuyla İsrail halkını seçerek kendisine ayırmasının bir işaretidir.
Sünnet antlaşması, ev halkıyla evin başı arasındaki ruhsal birlik ilkesine dayanır: “Antlaşmamı seninle ve senin soyunla…” (Yar.17:7).
Antlaşmaya dahil olanlar, bunu Tanrı’nın yasasına uyarak ortaya koyarlar. İbrahim, Tanrı’ya yaraşan bir yaşam sürmeli, O’nun yolunda yürümeli ve kusursuz olmalıydı (Yar.17:1). Sünnet ve söz dinlerlik arasındaki ilişki, Kutsal Kitap’ta son derece tutarlı bir çizgi izleyerek devam eder (Yas.30:6; Yer.4:4; Rom.2:25-29; Gal.5:3). Bu anlamda, sünnet Tanrı’ya adanma düşüncesini içerir, ama özünü oluşturmaz. Başka bir deyişle, sünnet olmak ama söz dinlemez bir yaşam sürmek mümkündür.
Nitekim sünnetli İsrailliler, her zaman Tanrı’nın sözünü dinlememişlerdir. Kutsal Kitap sünnetin bir işaretin ötesine geçmediğini ortaya koyan örneklerle doludur. Hem sünnetli olmak hem de ruhsal yönden ölü bir yaşam sürmek ve hatta yargıya mahkûm olmak mümkündür (Rom.2:27). Gerçekte kişinin yüreğinin adanması gerekmektedir (Yas.10:16; Yer.4:4) ve böyle bir adanma olmadığında işaretin yani sünnetin hiçbir anlamı yoktur (Yer.9:25-26). Kutsal Kitap Tanrı’nın gelecekte yüreği sünnet edeceğini bildirmiştir (Yas.30:6).
Sünnet işareti, İbrahim ve ailesini Tanrı'ya ve krallığına hizmet etmeye adamış kişiler olarak belirlemeyi amaçlıyordu. Böyle bir işaret, Tanrı'nın kutsamasını uluslara yaymak için kullanacağı bu halk için mükemmeldi (Yaratılış 12:1-3). Bununla birlikte, Tanrı'ya içsel bağlılığın dışsal işareti yeterli değildi: kalpleri hâlâ inatçı ve kötüydü (Yeremya 7:24) ve kalpleri sünnetli değildi (Yeremya 9:25). Böylece Tanrı Gerçek ve Daha Büyük bir sünnetten söz etti - İçsel olandan yani kalbin sünnetinden. Yasa'nın Tekrarı, Tanrı'yı tüm yürekleriyle sevecek bir halktan söz eder (6: 5); ve sonra Tanrı'nın kalplerini "sünnet" yoluyla iyileştireceği gelecekteki bir gerçeklikten iki kez söz eder (10:16, 30:6). Eski Ahit'te bile, etin sünnet edilmesi, gelecekteki daha büyük gerçekliğin bir simgesiydi: Yürek seviyesinde içten bir şekilde Tanrı'ya adanmak.
Yeni Antlaşma'da Sünnet
İncil, Eski Antlaşma’da ortaya konulan sünnet uygulamasının özünü net bir şekilde vurgular; söz dinlemeyen sünnetli bir kişi aslında sünnetsizdir (Rom.2:25-29). Buyruklara uyma (1Ko.7:18-19), sevgiyle etkin olan iman (Gal.5:6) ve yeni yaradılışa kıyasla (Gal.6:15) sünnet önemini kaybeder.
İsa Mesih’e iman ederek kurtuluşa kavuşanlar, Kutsal Ruh’tan doğmuşlar, günahlı benlikten soyunmuşlardır. Eski Antlaşma’da vaat edilen ve İsa Mesih’te gerçekleşen, elle yapılmayan gerçek sünnet budur (Kol.2:11). Doğal benliğin gücüyle Tanrı’yı hoşnut etmekten aciz olan kişiler, gereken gücü artık içlerinde yaşayan Kutsal Ruh aracılığıyla bulacaklardır. Bu anlamda, Eski Antlaşma’daki sünnet işareti, İsa Mesih’te yerine gelmiştir.
Mesih’te yürek sünnetine kavuştuktan sonra, elle yapılan sünnete dönmek, özgürlüğü bırakıp kölelik boyunduruğunu takınmaktır (Gal.5:1-4). Kutsal Ruh’un yenilemesiyle bir kişinin yüreği yenilenmedikçe, bedeninin kesilmesi anlamsızdır. Bu nedenle, Mesih İsa’da sünnetin ya da sünnetsizliğin herhangi bir yararı yoktur (Gal.5:6; Kol.3:11).
Bu anlamda İncil, Tanrı'nın insanların kalplerini sünnet edeceği (Yasa'nın Tekrarı 30:6), yasasını yüreklerine yazacağı (Yer. 31:31-34) ve taş kalplerini etten kalplerle değiştireceği (Hezek. 36:22-36) bir yeniden doğuştan söz eder.
Temel olarak Yeniden Doğmanın (Yuhanna 3:1-21) ve dönüştürülmenin anlamı şudur:
Mesih'teyseniz, "elle yapılmayan bir sünnetle O'nda sünnet edildiniz" (Kol. 2:11) ve varlığınızın merkezi şimdi Rab'be hizmet etmeye adanmıştır.
Comments